19. yy.da Rusya, İngiltere ve Fransa arasındaki en önemli sorunlardan birisi "Avrupa'nın Hasta Adamı" Osmanlı İmparatorluğu idi. Rusya'nın boğazları ele geçirerek Akdeniz'e inme politikası, İngiltere ve Fransa tarafından engellendi. İngiliz sömürge yolları ve Fransa için Akdeniz'in güvenliği Boğazlardan başlamakta idi. Fakat 1869'da Süveyş Kanalı'nın açılmasından sonra İngiliz politikası değişmeye başladı. İngiltere Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünlüğünü korumak yerine, Akdeniz'deki İngiliz çıkarlarının güçlü bir donanma ile Kıbrıs Malta arasında savunulabileceğini düşündü. 1878'de Kıbrıs'ı 1882'de de Mısır'ı ele geçirdi. İngiltere'nin boğazlar politikasının değişmesi Rusya'yı rahatlattı.Osmanlı İmparatorluğu 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda yalnız kalmış ve çok ağır bir yenilgiye uğrayarak Avrupa Devletleri'nin denge çıkarları açısından olaya karışmasıyla kurtulmuştu. yeni bir denge arayan Osmanlı İmparatorluğu için Almanya bir umut idi.Fakat Bismark "Doğu Sorunu" ile ilgilenmiyordu. Bismark'ın çekilmesi ve Almanya'nın 1890'dan sonra politikasını değiştirip, Osmanlı İmparatorluğu'nu kendisine hayat alanı olarak seçmesi ile Almanya yeni bir denge olarak belirdi. Doğal olarak bu ilişkiler Osmanlı İmparatorluğu'nu Alman nüfusu altına soktu. Almanya'nın ekonomik yayılması ve özellikle Bağdat Demiryolu Projesi en çok İngiltere'yi ve sırasıyla Fransa ve Rusya'yı etkiledi, onların Osmanlı Devleti'ne daha fazla düşman olmalarına yol açtı. İngiliz politikası Osmanlı aydınlarında ve özellikle II.Abdülhamit üzerinde olumsuz bir etki yaptı. İngilizler'in Arabistan'ı yutmak ve işgalleri altındaki Mısır Hidivi'ni Halife yapıp, islam dünyasını kendi çıkarlarına göre yönlendirmek, Rusya'ya karşı koymak için büyük Bulgaristan'ı gerçekleştirmek istediğini, Ermenileri desteklediğini düşünen II.Abdülhamit İngiltere'yi suçluyordu. Bu da Osmanlı İmparatorluğu'nu Almanya'ya daha çok yaklaştırdı. Almanya kültür ve ticaret yatırımlarını hızla arttırdı. Almanya ve Kayzer Wilhelm yeni bir kurtarıcı olarak görülmeye başlandı. Hatta İttihat ve Terakki 29 Nisan 1898'de İmparator Wilhelm'e başvurarak, II. Abdülmamit'in tahttan indirilmesi için destek olunmasını istedi. Osmanlı-Alman yakınlaşmasının gelişmesini en çok Alman uzmanların getirilmesi etkiledi. Sultan Abdülhamit Han, gümrük, maliye ve en önemlisi polis örgütünde ve orduda yapacağı düzenlemeler için Alman uzmanlar getirtti. Bunların yanısıra tıp eğitimini düzenlemek için de Almanya'dan profesörler getirildi. Bu ilişkilerin daha da güçlenmesi için, II. Wilhelm 1889'da ve 1898'de iki kez İstanbul'u ziyaret etti. Diğer yandan Osmanlı Ordusu'nun düzeltilmesi için 1882'de itibaren Almanya'dan subay getirilmesi başladı. Bunlar içinde en önemli kişi, uzun yıllar Türkiye'de kalan ve Türk subayları üzerinde etkili olan Colman von der Goltz oldu. Türk subayları da Almanya'ya gönderildiler. Balkan Savaşı yenilgisinden sonra İttihat ve Terakki ordunun düzenlenmesine büyük önem vererek Almanya'dan yeni uzmanlar getirtti. 1913 Kasım'ında General Liman von Sanders İstanbul'da 1. Ordu Komutanlığı'na atandı. Beraberinde gelen subaylar da emrinde görev aldılar. Burası Türk subaylarının eğitim yeri olarak düşünüldü. Artık yalnızca ordu üzerinde değil, Osmanlı İmparatorluğu'nun her yerinde Alman nüfusu çoğaldı.
Osmanlı İmparatorluğu üzerinde bu derece nüfus sahibi olan Almanya'nın bu ilişkideki en büyük çıkarı, Osmanlı İmparatorluğu'nda ekonomik üstünlüğü ele geçirmekti. Osmanlı topraklarını kendisine hayat alanı olarak seçmiş olan Alman İmparatoru Wilhelm II. 1898'de Ekim-Kasım aylarında İstanbul, Suriye ve Filistin'i ziyaret etmiş ve bu sırada "Anadolu Demiryolu" ve "Haydarpaşa Rıhtımı"nın yapım hakkı Almanya'ya verilmişti. 1899'da Bağdat bölgesinde de demiryolu yapım hakkını elde etti. Bağdat demiryolu'nun geçeceği bölge dünyanın en önemli stratejik yerlerinden birisi idi. Alman uzmanların 1902'de Mezopotamya'da zengin petrol yataklarını bulmaları bölgenin önemini bir kat daha artttırdı. Hem petrol, hem de Almanya'nın Basra Körfezi ve Hindistan için doğurduğu tehlike, bölge üzerinde İngiliz-Alman çıkar çatışmasını hızlandırdı. Projenin gerçekleşmesi için Deutche Bank Osmanlı İmparatorluğu'na 43 milyon Mark borç verdi. Osmanlı Bankası İngiliz-Fransız çıkarlarının, Deutche Bank da Alman çıkarlarının temsilcileri olarak rekabete giriyorlardı. Almanya'ya bu kadar geniş ayrıcalıklar tanınmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğu Trablusgarp ve Balkan Savaşları'nda Alman desteğini sağlıyamadı. Buna karşılık, Osmanlı İmparatorluğu toprakları emperyalist devletlerin çıkar çatısması alanı olurken, İngiltere, Fransa ve Rusya'nın düşmanlığını kazandı. Böylece Bağdat Demiryolu Projesi ve Almanya'nın Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ekonomik-politik-askeri nüfusu Osmanlı İmparatorluğu'nu da bu çatışmanın içine çekiyordu.
19. yy.da hep savunma antlaşmaları yapan Osmanlı İmparatorluğu, İttihat ve Terakki'nin iktidara el koymasından sonra aktif bir politika izlemeye başladı. Almanya ile yakın ilişkilere rağmen 1911'de İngiltere ile ittifak girişiminde bulundu, fakat İngiltere Osmanlı İmparatorluğu'nun sorumluluklarını yüklenmek istemediği ve Rusya'yı karşısına almamak için bu isteği kabul etmedi. Fransa ile de aynı şekilde ittifak girişimi yapıldı fakat aynı nedenden dolayı kabul edilmedi. Hatta Mayıs 1914'te Rus Çarı Kırım'daki yazlığına geldiği sırada Talat Paşa kendisini ziyaret ederek ittifak önerisinde bulundu. Çar iyi niyet göstermekle beraber, Alman askeri kurulunun Osmanlı İmparatorluğu'nda bulunmasından duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirdi ve bu girişim de sonuçsuz kaldı. Osmanlı İmparatorluğu Yunanistan ve Bulgaristan ile de anlaşma için girişimde bulunduysa da başarılı olamadı.
Büyük devletler Osmanlı Devleti'ni, özellikle Balkan Savaşı bozgunundan sonra askeri bir güç olarak görmüyorlar ve sorumluluğunu yüklenmek istemiyorlardı. Hatta Almanya bile, savaş çıkana kadar Osmanlı Devleti ile bir ittifak yapmaya yanaşmadı. İngiliz politikası Osmanlı Devleti'ni Almanya'nın yanına itecek şekilde oluşuyordu. İngiltere için Almanya, Rusya'dan büyük bir tehlike idi. 1913'ten sonra bir savaş çıkacağı anlaşılmıştı. Almanya'nın karşısında Rusya'nın insan kaynaklarından yararlanmak ve Almanya'yı iki ateş arasına almak isteyen İngiltere, Rusya'yı Almanya'ya karşı tutabilmek için, Rusya'nın Boğazlar ve Anadolu üzerindeki ihtiraslarını kışkırtıyordu. İngiltere, Osmanlı Devleti'ni Rusya'ya iştah kabartıcı bir lokma gibi sunarak, kendi tarafında kalmasını sağlıyor ve olası bir Rus-Alman yakınlaşmasını engelliyordu. Osmanlı Devleti'ni de bu nedenle Almanya'nın yanına itiyordu. Eğer İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti ile ittifak yapmayı kabul etseler Rusya'yı karşılarına alırlar ve Rus-Alman yakınlaşması gerçekleşebilirdi. Görülüyorki Almanya ile bir savaş çıkarsa, Rusya'yı savaşa çekmek için Osmanlı Devleti üzerindeki Rus istekleri tatmin edilmeliydi. Savaş içindeki antlaşmalarla da zaten bu sağlanacaktır.
Diğer yandan, 1907'de Reval'de Anglo-Rus yakınlaşması Genç Türkleri kamçıladı. 1913'ten sonra ise İttihat ve Terakki Osmanlı Devleti'ni kurtarmak ve tüm Türkleri birleştirmek için Rusya'yı Alman yardımıyla yenmek istiyordu. 1914'te ülke yönetimini elinde bulunduran Enver Paşa, olası bir savaşta Almanya'nın Rusya'yı çok kısa bir sürede yeneceğine, Rusya'da devrim çıkacağına inanıyordu. Böylece Osmanlı Devleti bir süre Rus tehdididen kurtulacak Kafkasya'da toprak elde edebilecekti. İttihat ve Terarakki'nin savaşa girilmesindeki acelesinin bir nedeni de buydu. Eğer savaşa girilmede gecikilirse, nimetlerinden de yararlanılamayacağını düşünen Enver Paşa savaştan galip çıkarak, Balkan Savaşı'nın kayıplarının giderileceği, Ege'de üstünlük kurularak Yunan "Megalo İdea" sının engelleneceği kanısında idi. Kaldı ki Rusya'nın Boğazlara yapacağı bir saldırı İngiltere ve Fransa'yı ilgilendirmiyordu.
İttihat ve Terakki'nin Almanya'nın yanında yer almasını hazırlayan bir başka neden de "Kapitülasyonlar" ve "Duyun-u Umumiye" dolayısıyla Osmanlı Devleti özellikle Fransa ve İngiltere'nin ekonomik boyunduruğu altında idi. Eğer savaşa Üçlü İtilaf yanında girilirse savaş sonrası hiçbir şey kazanılamazdı. Oysa Almanya ile birlikte olunursa, Almanya savaşı kazanacağına göre Osmanlı Devleti İngiliz-Fransız ekonomik baskısı ve kapitülasyonlardan kurtulacak, Rusya'da yaşayan Türkler de kurtulacaktı. Rusya'nın ve Balkan Devletleri'nin ihtirasları yanı sıra, 1914'te Osmanlı Devleti Yemen, Hicaz, Filistin, Suriye, Musul ve Irak'taki Arapların kinleri de buna eklenmişti. Ermeni sorunu da pusuda idi. Bütün bunlar Osmanlı Devleti'nin çökmesini büyük bir kinle bekliyorlardı. h2>OSMANLI DEVLETİ ÜZERİNDE EKONOMİK MÜCADELE
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, 1914'e gelene kadar son 25 yıl Osmanlı Devleti üzerindeki ekonomik çıkarlara bakmakta yarar var.
Emperyalizm ve emperyalist terimlerini kullanmadan Osmanlı Devleti'nin 19. yy. ve 20. yy. tarihini yazmak ve büyük devletlerin politikalarını açıklamak olanaksızdır. Öyleki emperyalist devletlerin rekabetlerinin yoğunlaştığı en önemli yörelerin başında Osmanlı Devleti gelir. Osmanlı Devleti'nin egemen olduğu bu yöreye batılı yazar ve devlet adamlarının "Orta Doğu" ve "Yakın Doğu" demeleri de emperlalist tutkularının sembolü oldu. Süveyş Kanalı'nın açılması, pamuk üretimindeki önemi ve diğer hammadde kaynaklarının bulunması ve büyük devletler için önemli bir pazar olması nedeniyle özellikle 19. yy. sonunda Osmanlı Devleti üzerindeki ekonomik rekabet çoğaldı. 20. yy. başında petrolün ekonomide kazandığı önem ve Osmanlı Devleti'nin yönetimindeki topraklarda zengin petrol yatakları bulunması, büyük devletlerin arasındaki rekabeti, buralara egemen olmak mücadelesine dönüştürdü. Büyük devletler Osmanlı Devleti'ne kendi çıkarları açısından bakıyordu.
1902 yılında Alfred Mahan buraları için "Orta Doğu" terimini kullanırken, yörenin Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasındaki konumunu ve büyük su yolları ile çevresindeki Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz'in kavşak noktasında bulunması, Aden Körfezi'ndeki önemini göz önüne almıştı. Bu nedenle, Orta Doğu'yu bir tekerleğin merkezine benzetiyordu. Yöredeki boğazların ve su yollarının binlerce yıldan beri savaş nedeni olduğu göz önüne alınırsa, Osmanlı Devleti'nin konumunun önemi ve üzerindeki emperyalist ihtiraslar daha iyi anlaşılır. 20. yy.da büyük devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki çıkarları, emellerini daha iyi gösterecektir. Osmanlı Devleti maliyesini denetim altına alan "Duyun-u Umumiye" içinde devletlerin alacak hisseleri şöyleydi:
Devletler Alacak Yüzde Oranı: % Fransa 2,5 milyar Frank % 31 İngiltere 600 milyon Frank % 14,6 İtalya 120 milyon Frank % 3,4
Osmanlı Devleti'nde büyük devletlerce yapılmış olan demiryollarının dağılımı ise şöyleydi:
Osmanlı Devleti % 31 Almanya % 36,8 Fransa % 21 İngiltere % 10,5 Belçika % 1,7
Demiryoları yalnızca işletme bakımından değil, bu işletmeyi yapanların, demiryolları üzerindeki ekonomik çıkarları açısından da büyük önem taşıyordu. Demiryolunun her iki yanında 20 km. lik şerit içindeki ekonomik haklar işletmesi devlete aitti. 1913-1914 yıllarındaki Osmanlı Devleti'nin genel ticareti de şöyleydi.
Devletler İthalat İhracat İngiltere % 20 % 21,4 Fransa % 8,8 % 21,1 Rusya % 8,5 % 3,8 İtalya % 6,5 % 4,3 Toplam (İngiliz Lirası) 40.908.680 21.430.120
Ticarette öncelik İngiltere idi, fakat Alman rekabeti İngiltere'yi rahatsız edecek ölçüde gelişiyordu. Rusya'nın ekonomik çıkarlarından çok, stratejik yayılma ihtirasları vardı.
1912'de Trablusgarp'ı işgal etmiş olan İtalya, Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasında pay olarak Güney ve Batı Anadolu kıyılarına; Fransa; Suriye, Adana, Mersin yöresine, İngiltere; petrol yataklarının önemi nedeniyle Irak'a göz dikmişti. Batı Anadolu'da gözü olan Yunanistan'ın durumu daha ileride antlaşmalarla belirlenecektir. Rusya ise tarihi rüyası olan Boğazlar ve Doğu Anadolu'yu ele geçirmek istiyordu. Bağdat Demiryolu projesinin ortaya çıkması, büyük devletlerin çekişmelerini daha da arttırınca Almanya bu devletler de hisse vermek zorunda kaldı. Rusya bu hisselerden istemedi, fakat kendi nüfus alanı olarak kabul ettirdiği Doğu Anadolu'ya demiryolu yapılmasını engelledi ve böylece Osmanlı Devleti ile Doğu Anadolu'da yapacağı savaşlarda Osmanlı Devleti'nin asker, malzeme ve cephane naklini de engellemiş oldu. Almanya, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya yukarıda belirttiğimiz yöreleri ekonomik nüfus alanları olarak belirlediler. 1914 yılında savaş çıktığında Osmanlı Devleti içte ve dışta buraya kadar açıkladığımız koşullar altındaydı ve devletin kaderini belirleyecek kararları vermek Enver, Talat, Cemal üçlüsünün ellerinde idi.